-
1 vorgeben
vorgeben v/t <unreg, -ge-, h> iddia etmek, bildirmek (asılsız olarak); Wettrennen avans vermek; Arbeitsdauer tanımak, vermek (belli bir zaman) -
2 plage
-
3 مؤخر
-
4 geçende
مؤخر [مُؤَخَّر] -
5 показывать
несов.; сов. - показа́ть1) врз göstermekпоказа́ть ребёнка врачу́ — çocuğu doktora muayene ettirmek
пока́зывать кому-л. го́род — birine şehri göstermek / gezdirmek
пока́зывать фильм — filim göstermek
пока́зывать кому-л. доро́гу — birine yolu göstermek
пока́зывать глаза́ми что-л. — gözleriyle bir şeyi göstermek / işaret etmek
2) ( изображать) göstermek, sergilemek, gözler önüne sermekа́втор пока́зывает жизнь дере́вни — yazar köyün hayatını sergiliyor / gözler önüne seriyor
3) ( проявить) göstermek, ortaya koymakпока́зывать хра́брость — yiğitlik göstermek
показа́ть своё полити́ческое лицо́ — kendi siyasi kişiliğini ortaya koymak
4) (обнаружить, раскрыть) göstermek, sergilemek; ortaya koymakпока́зывать оши́бочность чего-л. — bir şeyin yanlışlığını sergilemek / gösterme
не пока́зывать свои́х чувств — duygularını belli etmemek / dışa vurmamak
вре́мя пока́жет — zaman gösterecek (bunu)
перегово́ры показа́ли, что... — görüşmeler... gösterdi / ortaya koydu
кома́нда показа́ла хоро́ший футбо́л — takım iyi bir futbol çıkardı / ortaya koydu
5) ( об измерительных приборах) göstermeчасы́ пока́зывали три — saat üçü gösteriyordu
6) ( давать результаты) derece yapmakпоказа́ть результа́т 18 ме́тров — спорт. 18 metrelik derece yapmak
что́бы показа́ть хоро́ший результа́т в кома́ндном зачёте... — takım tasnifinde iyi bir dereceye gitmek için...
пока́занная им сре́дняя ско́рость — kaydettiği vasati sürat
на стометро́вке он показа́л (результа́т) 11 секу́нд — yüz metrede 11 saniyelik derece yaptı
я тебе́ покажу́! — разг. gösteririm / öğretirim sana!
вре́мя пока́жет — zaman gösterecek (bunu)
7) ( давать показания) ifade vermek; tanıklık etmekкак показа́л свиде́тель,... — tanığın verdiği ifadeye göre
он показа́л на тебя́ — senin aleyhine tanıklık / şahadet etti
••показа́ть себя́ — kendini göstermek
показа́ть язы́к — dil çıkarmak
проти́вник показа́л спи́ну — düşman yüz geri etti
-
6 فرق
Iفَرَّقَ1. açmakAnlamı: birbirini ayırmak2. korkutmakAnlamı: korkmasına yol açmak3. ürkütmekAnlamı: ürküntü vermek4. dağılmakAnlamı: değer ve birimler belli etkenlerle, oranlı olarak bölünmek5. dayamakAnlamı: hızla, öfke ile veya korkutmak için yaklaştırmak, uzatmak6. ayırmak7. dağıtmakAnlamı: toplu durumda bulunan kimse veya şeyleri birbirinden uzaklaştırmak veya ayırmakIIفَرَق1. yılgıAnlamı: korku, dehşet2. haşyetAnlamı: korku, korkma3. havilAnlamı: hevl, korku4. pervaAnlamı: çekinme, sakınma, korku5. endişeAnlamı: tasa, kaygı, kuşku, korku6. korku7. ezintiAnlamı: korku veya heyecan sebebiyle duyulan eziklik, sıkıntı8. ürküntüAnlamı: ürkme duygusu, tevahuş9. seherAnlamı: tan ağartısı, gün doğmadan önceki zaman10. panikAnlamı: ani dehşet duygusu, büyük korku11. sabahAnlamı: günün başlangıcıفَرُقyüreksizAnlamı: korkak, tabansızIVفَرِق1. yüreksizAnlamı: korkak, tabansız2. korkakVفَرِقَkorkmakAnlamı: korku duymak, ürkmekVIفَرْق1. uçurumAnlamı: büyük fark2. ihtilâfAnlamı: ayrılık, anlaşmazlık3. çeşitlilikAnlamı: çeşidi çok olma durumu4. terslikAnlamı: ters olma durumu5. oransızlıkAnlamı: oransız olma durumu6. bağdaşmazlıkAnlamı: uyuşmazlık, geçimsizlik7. ayrımAnlamı: benzer şeyleri birbirinden ayıran özellik, başkalık, fark8. tenakuzAnlamı: çelişki9. farkAnlamı: başkalık, ayrım10. eşitsizlikAnlamı: eşit olmama durumu, müsavatsızlık11. uyuşmazlıkAnlamı: uyuşmama durumu12. anlaşmazlıkAnlamı: amaç ve düşünce ayrılığı, uyuşmazlık, ihtilâf13. kontrastAnlamı: karşıtlık, zıtlık14. ayrılıkAnlamı: ayrı olma durumu, birinden uzak düşmeفِرْق1. bazıAnlamı: birtakım, kimi, bazısı, ara sıra, arada bir, kimi vakit2. seksiyonAnlamı: bölüm3. fırkaAnlamı: insan topluluğu4. grup5. ekipAnlamı: takım, zümre6. hisseAnlamı: pay, nasip7. kaderAnlamı: alın yazısı, yazgı8. fasılAnlamı: bölüm, kısım9. sürüAnlamı: evcil hayvanlar topluluğu10. birtakımAnlamı: belirsiz olarak çokluğu anlatır11. takımAnlamı: topluluk12. cüz13. bölüm -
7 почти
(hemen) hemen; neredeyse; adeta; bayağıпочти́ непреодоли́мая тру́дность — üstesinden gelinmesi adeta olanaksız bir güçlük
почти́ полови́на э́кспорта — ihracatın neredeyse yarısı
почти́ полови́на всего́ э́кспорта — ihracatın tümüne yakını
с тех пор прошло́ почти́ со́рок лет — o zamandan bu yana neredeyse kırk yıl geçti
у него́ почти́ полувеково́й о́пыт — elli yıla yakın bir tecrübe sahibidir
э́ти показа́тели / ци́фры возросли́ почти́ в два ра́за — bu rakamlar bir katına yakın arttı
э́то означа́ло почти́ ве́рную смерть — bu yüzde doksan ölüm demekti
почти́ по всей Евро́пе — neredeyse Avrupa'nın tümünde
почти́ всегда́ — hemen her zaman
э́то почти́ невозмо́жно — bu neredeyse / hemen hemen olanaksızdır
его́ почти́ невозмо́жно узна́ть — onu tanımak neredeyse imkansız
почти́ незаме́тная ра́зница — belli belirsiz bir fark
почти́ постоя́нно — adeta sürekli olarak
он по́мнил расска́з почти́ наизу́сть — öykü adeta ezberindeydi
он зна́ет э́тот расска́з почти́ что наизу́сть — bu öyküyü ezbere bilecek kadar iyi bilir
он почти́ (что) бежа́л — koşarcasına gidiyordu
он почти́ что вы́рвал газе́ту у меня́ из рук — elimden gazeteyi koparırcasına aldı
он почти́ совсе́м не ест мя́са — hiç denecek kadar az et yer
он почти́ обезу́мел от ра́дости — sevincinden çıldırır gibi oldu
в стране́ почти́ не́ было промы́шленности — ülkede sanayi yok gibiydi
я почти́ бы́ло пове́рил — bayağı kanacak gibi oldum
-
8 açık
\açık vermek Defizit aufweisen, in den roten Zahlen stehenkasa açığı der Fehlbetrag in der Kasseülkenin doktor açığı der Ärztemangel des Landes2) Lücke f3) ( gemi)\açıklarda auf offenem Meeraçığa çıkarmak entlassenyüzündeki ifade sevincini açığa vuruyordu der Ausdruck auf seinem Gesicht verriet seine Freude1) ( kapalı olmayan) offen, geöffnet, auf\açık bırakmak offen lassen, auflassen\açık kapı bırakmak ( fig) sich einen Ausweg offenhalten, sich eine Hintertür offen halten\açık pencere önünde vor dem offenen Fenster\açık şehir pol offene Stadtgözünü \açık tutmak die Augen offen halten2) ( yol) freiyolu \açık olmak freie Bahn habençek \açıktır der Scheck ist nicht gedecktçok \açık bir film ein sehr freizügiger Film5) ( boş) leer, freikâğıtta \açık yer kalmadı es gab keinen leeren [o freien] Platz mehr auf dem Blatt7) ( vazıh) offen\açık konuşma zamanı artık gelmişti die Zeit war nun gekommen, offen zu reden8) aufgeschlossenher çeşit yeniliklere \açık olmak aufgeschlossen sein gegenüber allerlei Neuigkeiten9) ( renk için) hell\açık bir renk eine helle Farbe\açık sarı saçlı bir kadın eine Frau mit hellblondem Haar\açık tenli hellhäutig11) ( sarılmamış) lose12) (kamuya \açık, halka \açık, gizli olmayan) öffentlich\açık duruşma/oturum öffentliche Verhandlung/Sitzung13) \açık farkla önde olmak mit großem Abstand führen1) ( açıkça) offen\açık söylemek offen sagen\açık söylemek gerekirse, ... offen gesagt [o gestanden],...\açık vermek ( fig) sich verraten, sich anmerken lassenhiç \açık vermedi er ließ sich nichts anmerkenbirine \açık olmak jdm offen seinkapım sana her zaman \açıktır meine Tür ist immer für dich offen2) ( dükkân) offen, aufbu dükkân pazarları da \açıktır dieser Laden hat [o ist] auch sonntags offendükkân \açık mı? hat das Geschäft auf?gözlerini \açık tutmak (a. fig) die Augen offen haltenışığı \açık bırakma! lass das Licht nicht an!radyo \açık mı? ist das Radio an? -
9 عهد
عَهْد1. ulemalıkAnlamı: bilginlik, âlimlik2. ahitAnlamı: kendi kendine söz vererek bir ışı üzerine alma, ant, antlaşma3. eksperlikAnlamı: uzmanlık4. kontratAnlamı: sözleşme5. entelektAnlamı: akıl, zihin, idrak6. evreAnlamı: merhale, aşama, safha7. antlaşma8. bağıtAnlamı: sözleşme, akit, mukavele, kontrat9. aşinalıkAnlamı: tanıma, birini bilme, tanışıklık10. aşinaAnlamı: bildik, tanıdık11. akitAnlamı: sözleşme, mukavele, kontrat12. konvansiyonAnlamı: anlaşma13. protokolAnlamı: toplantı sonunda imzalanan belge14. bilgiAnlamı: insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütününe verilen ad15. bilimAnlamı: deneye dayalı düzenli bilgi16. dönemAnlamı: belli özellikleri olan zaman parçası, devre
См. также в других словарях:
zaman vermek — bir iş için belli bir süre ayırmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
şartlı birleşik zaman — is., dbl. Belli bir zaman eki almış yükleme sa / se şart eki getirilerek oluşturulan şekil geldiyse, gelirse, gelecekse … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir yüzü ipek bir yüzü köpek — ne zaman nasıl davranacağı belli olmayan kişi … Beypazari ağzindan sözcükler
MÜRUR-U ZAMAN — Zamanın geçmesi. * Bir iş ve dâva hakkındaki belli bir zamanın geçmesiyle o iş ve dâvanın hükümden düşmesi … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
saat — is., ti, Ar. sāˁat 1) Bir günlük sürenin yirmi dörtte birine eşit, altmış dakikalık zaman dilimi, zaman parçası Karabalçıklı çiftliği kasabadan sıkı yürüyüşlerle bir saat çeker. R. N. Güntekin 2) Vakit, zaman Oyuncular meyus olmayarak gene saati… … Çağatay Osmanlı Sözlük
VAKT — (Vakit) Zaman. Saat. Çağ. Mevsim. * Boş zaman. * Geçim. * Fırsat. * Muayyen, belli bir zaman … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
sönüm — is., fiz. 1) Bir salınım hareketinin genliğinin türlü dirençlerin etkisiyle küçülmesi, itfa Bir sarkaç salınımının sönümü, içinde bulunduğu ortamın direncine bağlıdır. 2) tic. Bir borcun her yıl ödenen taksitlerle belli bir zaman sonunda ödenmiş… … Çağatay Osmanlı Sözlük
askı — is. 1) Üzerine herhangi bir şey asmaya yarar nesne Giysi askısı. 2) Pantolon veya giysilerin düşmesini önlemek için omuzdan aşırılan bağ 3) Artırma, eksiltme vb. resmî iş ilanlarının ilgili daire duvarında belli bir zaman süresince asılı durması… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yoklama — is. 1) Yoklamak işi, kontrol Müdür sıkı bir kasket yoklaması yapıyor, kapıdan kuş uçurtmuyordu. R. Ilgaz 2) Bir topluluğu oluşturan üyelerin belli bir zaman ve yerde bulunup bulunmadığını anlamak için yapılan sayma işlemi Okulda sınıf yoklaması.… … Çağatay Osmanlı Sözlük
pansiyon — is., Fr. pension 1) Bütünü veya bir bölümü sürekli veya belli bir zaman için kiraya verilen, isteğe göre yemek de veren ev Avrupa da dolaştığı müddetçe ... kâh orta hâlli pansiyonlarda ve bazen küçük köy misafirhanelerinde kalmıştı. Y. K.… … Çağatay Osmanlı Sözlük
MÜTEMEHHİL — Teenni ve sükûn üzere olup acele etmeyen. * Zamana muhtaç, büyüyüp gelişmesi belli bir zaman içinde olan şey, tedric kanununa tabi olan … Yeni Lügat Türkçe Sözlük